Osmanlı devlet-i aliyesinde nüfus cüzdanlarına “Tezkire-i nüfus” denirdi.
Bu tezkirelerde “dini” hanesi yerinde “milleti” hanesi vardı.
Mesela Müslümansa bu hanede “İslam, Hristiyan’sa “Hristiyan” Yahudi ise “Musevi” yazardı.
Ayrıca Osmanlıca arşiv belgelerinde olaya konu olan kişi Rum asıllıysa Rum milletinden, Ermeni asıllıysa Ermeni milletinden şeklinde kaydedildiği görülmektedir.
Osmanlı topraklarında ve memleketlerinde yaşayan Yezidiler genellikle Van, Hakkari, Diyarbakır, Musul, Kerkük, Sincar dolaylarında yerleşmiş bulunuyorlardı. Bu vilayetlerin dağlık ve sarp kesimlerini seçen Yezidilerin devamlı olarak resmi görevlilere ve kendileri gibi inanmayanlara fırsat buldukça bir saldırı ve yağma hareketleri içinde yer aldıklarını yine Osmanlı arşiv kayıtlarından öğrenmekteyiz.
Osmanlı devletinin ise bunlara karşı daima yumuşak yüzlü olduklarını, ıslah edici tavırlar sergilediklerini ve Hak dine girmeleri için asla bir baskı ve zorlama yapmadıklarını görüyoruz..
Hatta on dokuz ve yirminci yüz yıllarda Osmanlı devleti bunların Amerikan ve İngiliz oyunlarına gelmemeleri için nasihat heyetleri gönderdikleri, yerel liderleriyle istişare ettikleri ve onlara her türlü taltifi yaptıkları görülür. Bazı son dönem belgelerinde ne yazıktır ki Yezidilere hiçbir nasihatin tesir etmediği şeklinde ifadelere de rastlanır.
Yezidilerin ehl-i kıble olmadıklarında asla bir şüphe yoktur. Hatta kendilerinin Ermeni Cemaatinden addedilmesini sağlamak için İstanbul’da temaslar yaptıklarını önceki yazımda belgeleriyle kaydetmiştim.
Bu yazımda Yezidilerin Tanzimat’tan sonra herkese verilmeye başlanan kafa kağıtlarındaki yani kimlik kartlarında yer alan Milleti hanesine hangi milletin yazılması hususunu belgelere istinaden ele alacağım, inşallah.
Yezidilerin yoğunlukla yaşadığı yukarıdaki adı geçen beldelerde Osmanlıların son yıllarında Amerikan ve İngiliz misyonerlerinin cirit attığına şahit oluyoruz. Her vilayette hatta kazada bile güya konsolosluklar açıp, misyoner okulları tesis ederek onlara göre azınlık bize göre bizden birisi kabul ettiğimiz etnik ve dini gurupları kışkırtmaya hız verdiler.
Bu arada bütün mezhepleri ve hizipleri kullanarak Osmanlıları zora sokmayı amaç edinmişlerdi. Osmanlı devleti ise Yezidileri Müslümanlar gibi askere yazmaya devam ediyordu. Hristiyan ve Museviler ise askerlik yapmıyorlardı. Devlet-i aliyye Yezidileri kaybetmemek için nasihat heyetleri, tembihat komisyonları oluşturarak yabancılara uyup isyan hareketlerinde bulunmamaları için çaba sarf ediyordu.
Özellikle Sultan Abdülhamit merhum aşiret çocuklarını özel eğitime tabi tutarak devlete ileride bir tehlike oluşturmamaları için has okullar bile açmıştı. Doğudan gelen misyoner şikâyetleri üzerine de her kazada bir Rüştiye mektebini faaliyete geçirmişti.
Osmanlılar nüfus tezkirelerine Yezidiler için ehl-i kitap ve Müslim ifadesini yazıyorlardı. Ancak adı geçen kadim İslam düşmanlarının tahrikiyle Yezidiler buna bile itiraz eder hale gelmişlerdi.
Bunun üzerine Van vilayetinde oluşturulan bir komisyon nüfus koçanlarındaki Millet kısmına Yezidiler için ne yazılması gerektiğini ele aldı. Aylarca süren İstanbul ve vilayetler arası yazışmalardan sonra bu konuda hayati ve herkesi memnun eden kararlar alındı.
İslam’a girerek mühtedi olan Yezidiler bunu rahatlıkla kabul ederek hüviyetlerindeki Millet kısmına İslam yazılmasını istediler.
Bir de Yezidilerin Müslüman kılıklı ve giysili takımı vardı ancak bunlarda dini ve dünyevi bazda asla bir Müslüman fiili ve ameli görülmüyordu. Komisyonun aldığı kararlarda bunlara artık Millet hanesine Müslim yazılmamasına karar verildi.
Yezidilerin ana kitlesinin nüfus koçanlarındaki Millet kısmına ise istendiği ve beklendiği şekilde Gayrimüslim yazılmasına karar verildi.
Ne gariptir ki 19. yüz yıla kadar Ahali-i Sadıka ve Millet-i Sadıkalar dış güçlerin tahrikiyle yüz yıllardır beraber yaşadıkları kardeşlerine ihanete kalkıştılar.
(Kaynaklar: 13 Muharrem 1321 / 10 Nisan 1903 / BOA İ.MMS.0020 / BEO.002781.208535.002 / Y.PRK.ASK.0095.0013.003)