Türk milleti olarak okuma alışkanlığımızın zayıflığından yakınırız.
Oysa Türk milleti İslam’ın bayraktarlığını yapan bir millettir. İslam ise ilk emri oku olan bir ilahi mesajlar bütünüdür.
Kitaplara olan soğukluğumuzun nedenini romanların dizilere aktarılması, internet ve sanal âlem gibi sebeplere bağlamayalım zira biz 1990’lardan önce de, 1900’lerden önce de hatta 1800’lerden önce de böyleydik. Yani diğer milletlere göre okuma konusunda, gazete tirajlarında ve kitap satışlarında hep gerilerde kaldık. Oysa bizim kitabımız vardı, o kitapta:
“Allah’ı en iyi tanıyan bilgi sahibi olanlardır” (Fatır 35/28) ve “Bilenlerle bilmeyenler asla eşit olmaz” (Zümer 9) deniyordu.
Toplumumuzda bilgi sahibine aydınlanmış manasına münevver tabiri kullanılıyordu.
Okuma alışkanlığı kazanmanın ilk yolu okumaya başlamaktır. Başlandığında zaten asla bırakılamayacaktır ve kişiyi iyi yönde aşılama yapan kitaplar seçildiği takdirde milletimiz en yüksek ufuklara yelken açacaktır.
Şimdi kendimizi bir test edelim ama kimseyi kandırmadan olsun bu test.
Bir Pazar yerindesiniz iki çocuğunuz ve hanımınızla dolaşıyorsunuz. Çocuğunuzun biri sekiz, birisi 14 yaşındadır. Çocukların yazlık giysilerini aldınız onları memnun ettiniz gıcır gıcır giydirdiniz. Hanım mutfak için bütün eksikleri aldırdı size, sebzeler, kurular ve kap kacaklar derken alış verişin sonuna geldiniz.
Pazar yeri harmani bir şekildeydi. Belediye iyi düzenlemişti. Haftada bir gün açılıyor halk akın akın oraya koşuyordu. İşte o gün siz de oradaydınız ve işlerimizi bitirmek üzeresiniz.
14 yaşındaki çocuğunuzun yeni aldığınız telefonu elinden hiç düşmüyordu. 8 yaşındaki evladınız ise tamamen size bağımlı olarak başı hep size dönüktü.
Bütün alacaklarınızı aldınız pazarın son kısmında iki pazarcı vardı. Birisi okullar yeni açılacağından kalem defter satıyor birisi de genel kültür ve çocuk kitapları satıyordu (daha doğrusu satamıyordu). Büyük evladınız telefondan gözünü ayıramadığından küçük evladınız kalemlere ve defterlere sarıldı. Siz gel oğlum okullar açılınca kredi kartıyla marketten alırız deseniz de o elindekileri bırakmıyordu. Bir defter ve kalem alarak onu memnun etmeye çalıştınız.
Bu sefer küçük çocuk kitapçıdaki “Covid 1492 Cigaravirüs” adlı kitaba sarıldı. Ona okulda öğretmenleri, “Sakın ha sigara, diğer tütün ürünleri ve uyuşturuculara yaklaşmayın” diye tembih etmişti çünkü. Çocuk tütün ürünlerinin ne olduğunu ve İslam’a göre haramlığını yerinden öğrenme fırsatını bulmuştu kitabı görünce. Belki de çocuk kitabın kapağındaki, sigaraların büyüklerin iradesini nasıl kelepçelediğini anlatan resme takılmıştı.
Siz bir baba olarak çocuğu biraz sertçe elinden çekerek kitapçıdan uzaklaştırdınız. Bunun iki nedeni vardı, birisi siz sigara içmiyordunuz ve o kitaba da ihtiyaç duymuyordunuz. İkincisi tiryakiydiniz ve gerçeklerle yüzleşmekten kaçındınız. Her ikisinde de çocuğun ihtiyacını kale almadınız.
Şimdi testi sonuçlandıralım: biz neredeyiz?
Biz bütün İslam toplumları olarak şu anda kitabı en son ihtiyaç olarak görmekteyiz ve kitap ve kitapçıdan yeni nesillerimizi “Dikkat! Kitap Var” diyerek korkutmaya ve uzak tutmaya devam ediyoruz.
Geçenlerde bir televizyon kanalında kendisini sosyal demokrat olarak takdim eden bir sosyolog bağıra bağıra şöyle diyordu:
Siz kitap yazamazsınız, siz film - tiyatro yapamazsınız, siz sanatçı yetiştiremezsiniz, diyordu. Konuşmasının muhatabı kendi ifadesiyle muhafazakâr kesimdi.
Sahi biz bunları neden en iyi biçimde yapamıyoruz?
Oysa bunları yapacak günümüzden ve geçmişimizden öyle malzemeler var ki!
Dikkat kitap var!
1980 yılında bir ara seyyar kitap satışı yapmıştım. İlçe pazarlarında bir köşeye durur tablamdaki kitapları satmaya çalışırdım.
Genelde halk gıda ihtiyaçlarını görür giderdi, bazen ebeveyninin yeddiği çocuklar: a a kitap var, diye benim tezgaha yöneldiklerinde aile reisinin: hadi gidiyoruz kitabı ne yapacaksın, dediklerine çok şahit olmuşumdur.
Kırk yıl geçti inşallah bu olgu değişmiştir.