Beraber yaşamayı tarihte en mükemmel surette gerçekleştiren Osmanlı devletidir.
Aynı ülkede, aynı beldede, aynı mahallede ayrı ayrı ırk, dil ve din mensupları yüzyıllarca bir arada yaşamışlardır. Bu başarının sırrı İslami öğreti ve Türk töresine olan bağlılıklarıdır.
Osmanlıyı başta İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya ve Almanya olmak üzere dünyanın o günün emperyalist devletleri anlaşarak ortadan kaldırmışlardır.
Gazi Mustafa Kemal de bugünkü cumhuriyeti arkadaşlarıyla çetin iç ve dış savaşlardan sonra kurmuştur. Demokratik Cumhuriyet İslami meşverete de saltanattan daha uygun bir düzendir.
Şimdi cumhuriyetin kuruluşu gibi bir olağanüstü dönemdeki olaylara, kişilere takılmanın bir faydası yoktur, onları İslami analize tabi tutmaya da gerek yoktur.
Ne yapılmalı sorusuna gelince: farklı dinlerin, dinsizliklerin, hiziplerin, fraksiyonların ve derin görüş ayrılıklarının olduğu bir devlette en iyi uygulanacak sistem laikliktir ancak bizdekinden daha çağdaş ve din ve vicdan özgürlüğüne sahip bir laiklik uygulanmalıdır.
Denirse ki peki bu İslam’a uygun mu İslam ne olacak, ilahi düzen varken beşeri bir akıl olan laiklik yüzde 99 Müslüman bir ülkede nasıl uygulanır?
Böyle çoklu ortamda laik tatbikata benzer bir uygulamayı ilk yapan tarihte yüce peygamberimiz olmuştur: Efendimiz a.s. Medine’ye hicret buyurunca burada Yahudi, Hristiyan, ateist, ataist, müşrik ve Müslüman her görüşten insanlarla karşılaşınca beraber yaşamanın reçetesini hazırladı. Medine belgesi denen bu belgenin maddelerini ince ince okuyalım ve düşünelim.
Bu belgede Medine’de bir devlet kuruluyor başkanı da peygamberimiz (sav) oluyordu. Bu devletin halkları Araplar ve Yahudilerden oluşuyor dini ise İslam, Yahudilik, Hristiyanlık, Ateistlik, ataistlik ve münafıklıktan ibaretti.
Yüce peygamberimiz bu devleti bozan taraf olmadan sonuna kadar götürdü bozguncu taraf kendisi olmadı. Bu devlette laik bir sistem uyguladı, diğer halkların dinlerine karışmadı ama her halkın kendi dininin gereklerini uygulamasını mecbur kıldı. Yani Müslümanlar İslam’ın kurallarını, Yahudiler de Tevrat’taki yasaları uyguladılar. İşte en modern laiklik anlayışı budur. Bir topluluk istediği takdirde istediği hukuku uygulayabilmelidir.
Türkiye’de de yapılması gereken böyle bir çağdaş laik sistemdir. Ben Müslümanım ve onun hukukuyla yaşamak istiyorum diyen Müslümanlar İslam hukukuyla haklarına sahip olabilmelidir. Diğer topluluklar için de aynı istek ve uygulama söz konusudur. Aksi halde İslam’ın en fazla düşman olduğu zulüm ortaya çıkmış olacaktır.
Ancak cenab-ı hak tebliğden asla vazgeçilmemesini ve aksinin büyük sorumluluk ihlali olacağını vurguladı. Hatta bir ayet-i kerimesinde “Kur ’anı duyabilmeleri ve etkilenerek imanı seçebilmeleri ihtimaline mebni olarak müşriklerle bile komşuluktan kaçınmamasını” işaret buyurdular:
“Eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isteyip yanına gelmek isterse, sen ona güvence ver, ta ki Allah'ın kelamını dinlesin, düşünsün. Sonra şayet Müslümanlığı benimsemezse onu, kendisini güvenlikte hissedeceği yere (vatanına) ulaştır. Öyle! (Bu sığınma ve gönderme işlemini yapmalı), zira onlar İslâm'ın gerçek mahiyetini bilmeyen bir topluluktur.” (Tevbe 6)
Görüldüğü gibi İslamiyet Müslüman olmayan komşuların bulunacağına dikkat çekiyor. Nitekim Osmanlı atalarımız 600 yıl kimseye öte git demediler. Bütün dinlerle ve ırklarla beraber yaşadılar asla hukuklarına karışmadılar.
Mesela Konya’da Şems Mahallesi Ermeni, Gazialemşah Mahallesi Rum, Sille ise Hristiyan mahallesiydi 800 yıl onlarla beraber iç içe yaşadık ancak 1924 de yabancı tertiplerle uygulanan bir mübadeleyle ayrıldık.
Bugünkü ABD Osmanlı tarzı bir imparatorluktur aslında, mesela bazı eyaletlerde idam varken bazılarında yoktur.
Unutulmamalı ki hiçbir devrim, darbe ve ihtilal kurallarla, hukukla ve anlaşmalarla yapılmaz. Allah güzel ülkemizi bütün darbelerden muhafaza buyursun.
Bu nedenle karşı devrimci denilen, devrimi yapanların karşıtı hareket ve eylemlere izin verilmeyeceği muhakkaktır.
Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlının küllerinden doğan bir devlettir ancak Osmanlıyı yıkan cumhuriyet değildir.
Osmanlının yıkılışı; bünyesinde barındırdığı onlarca etnik ve dini teşekkülleri Amerika’nın, Rusya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, kısaca yüz yıl önceki düvel-i muazzamanın kışkırtıp her birine bir devlet kurdurmasıyla gerçekleşmiştir.
Şimdi hepimize düşen; devletimizi, cumhuriyetimizi dünyanın en güçlü ülkeleri arasına sokmak için çalışmaktır.
Osmanlı devleti gibi mazlumların hakkını savunan bir güçlü – büyük Türkiye’ye evet, saltanata ve demokrasi dışı yönetim anlayışına hayır!