Hayat ve memat Allah’ın en büyük lütuflarındandır.
Hayatta olanların bu hayatı elde etmelerinde hiçbir etkileri yoktur, bu tamamen ilahi bir takdir eseridir.
Bir evde yaşayan aile fertlerinin düşüncelerinin eşit olması beklenemez.
Bir apartman sakinlerinin dediklerinin hep aynı yere gitmesi düşünülemez. Bir köy / mahalle halkının attıkları taşın aynı istikamete düşmesi tasavvur edilemez. Bir kent mensuplarının aynı görüşü paylaşması akıllardan bile geçirilemez. Bir ülke vatandaşlarının aynı mefkûre etrafında birleşmeleri hayal bile edilemez.
Bir Müslüman olarak yeryüzünde herkesin iman ederek cennete gitmesini isteriz, bizim yüce peygamberimiz bunu istedi, hem de defalarca istedi, imanı reddeden Ebucehillere sürekli tebliğde bulundu, hele hele hâmisi, öz amcası Ebu talibin imanı için çırpındı ancak Allahtan gelen tavsiye ve ikazlar hep şu mealdeydi:
“Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.” (Kasas 56)
Ancak Cenab-ı Hak tebliğden asla vazgeçilmemesini ve aksinin büyük sorumluluk ihlali olacağını vurguladı. Hatta bir ayet-i kerimesinde “Kur ’anı duyabilmeleri ve etkilenerek imanı seçebilmeleri ihtimaline mebni olarak müşriklerle bile komşuluktan kaçınmamasını” işaret buyurdular:
“Eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isteyip yanına gelmek isterse, sen ona güvence ver, ta ki Allah'ın kelamını dinlesin, düşünsün. Sonra şayet Müslümanlığı benimsemezse onu, kendisini güvenlikte hissedeceği yere (vatanına) ulaştır. Öyle! (Bu sığınma ve gönderme işlemini yapmalı), zira onlar İslâm'ın gerçek mahiyetini bilmeyen bir topluluktur.” (Tevbe 6)
Efendimiz (sav) Medine’ye hicret buyurunca burada Yahudi, Hristiyan, ateist, ataist, müşrik ve Müslüman her görüşten insanlarla karşılaşınca beraber yaşamanın reçetesini hazırladı. Medine belgesi denen bu belgenin aşağıda ki maddelerini ince ince okuyalım ve düşünelim;
Madde 16- Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara düşman olanlarla yardımlaşılmaksızın, yardım ve arka çıkmamıza hak kazanacaklardır.
Madde 18- Bizimle beraber harbe iştirak eden bütün (askerî) birlikler, birbirleriyle işlerini koordine / eşgüdüm edeceklerdir.
Madde 23- Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a cc ve onun resulü Muhammed’e (s.a.v.) götürülecektir, selam O’na olsun.
Madde 44- Onlar (yani Müslümanlar ve Yahudiler) arasında, Medine’ye hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.
Bu belgede bulunan maddelerden hem o günkü Müslümanlardan soy olarak ayrı hem de Kur’an’da “müminlere aşırı düşman (5/64)” olarak nitelenen Yahudiler hakkındakileri buraya aldık. Demek ki herkesle beraber yaşamanın bir yöntemi oluyor. Ve bu yöntemi de bize ilahi naslar işaret ediyorlar.
Bu beraber yaşama sanatını tarihte en mükemmel suret de gerçekleştiren Osmanlı dedelerimizdir; aynı ülkede, aynı beldede, aynı mahallede ayrı ayrı ırk, dil ve din mensupları yüzyıllarca bir arada yaşamışlardır.
Osmanlı devletinin inkırazından sonra kurulan cumhuriyetimizle beraber farklı din ve etnik guruplar büyük ölçüde hicrete ve mübadeleye tabi tutularak ayıklanmıştır. Ancak şimdi de farklı guruplar meydana gelmiştir. Bu guruplar laiklik yanlıları, laiklik karşıtları, partileşme nedeniyle meydana gelen gruplaşmalar, çeşitli siyasi görüş ayrılıklarının meydana getirdiği guruplar gibi, uzatılabilir.
Bu ortamda da yeni bir yasa çıkıncaya kadar mevcut yasalara ve onları uygulayan icra makamlarının direktiflerine uymak vatandaşlık vazifesinin en başında gelir. Bunu sağladığımızda aheste aheste görüşlerimizi tartışabilir ve bir arada yaşama becerisini elde edebiliriz.
Ancak bu esnada kimsenin kimseyi ve hiçbir görüş gurubunun diğerini vatana ihanetle ve hıyanetle itham etmeye asla hakkı olamaz.
Müslümanlardan mensup oldukları hak dinin gereklerini yerine getirmelerini beklemeye, onları yanlışlar konusunda ikaza hakkımız ve vazifemiz vardır ancak diğer insanlara da kırıp dökmeden bir saygı ve hoşgörü çerçevesinde mensubu olduğumuz tek hak dinin temsilcisi olarak onların bizde iyiyi ve doğruyu yazısız okumalarını sağlamak ta bizim en önemli görevimizdir.
Mutlaka yazı ve söz dilimizle vermeye çalıştığımızı hal dilimizin de ifade etmesi lazımdır.